Kazan Hanlığı; İdil, diğer adıyla Volga Irmağı kıyısındaki Kazan kentinde, 1437 yılında Altın Orda hükümdarlarından Toktamış’ın oğlu Uluğ Muhammed Han tarafından kurulmuştur. Yerleşim yeri olarak İdil yani Volga ve Kama ırmağı civarına yayılan hanlığın merkezi Kazan kenti idi. Bu bölge bugün Rusya Federasyonu içerisindeki Tataristan – Başkurdistan ve Çuvaşistan özerk Türk bölgelerini kapsamaktadır.
Kazan Hanlığı’nı kuran Uluğ Muhammed Han, kendisini Altın Orda Hanlığı’nın mirasçısı görüyor ve parçalanan ülkeyi tekrar birleştirmek istiyordu. Bu amaçla,1439 yılında Moskova kentinin kapılarına dayandı ve Moskova Knezliği, Kazan Hanlığı’nın idaresine girdi. Uluğ Muhammed Han’ın 1445 yılında ani ölümü üzerine oğlu Mahmut Han, 1462 yılında onun ölümü üzerine oğlu Halil ve daha sonra da 1467 yılında İbrahim Han, Kazan Hanı oldular. İbrahim Han zamanında iç karışıklıklar başladı. Bu karışıklıkları fırsat bilen Moskova Knezliği de Kazan Hanlığı’na müdahale etti. Moskova Knezliği, Türk hakimiyetinden 1480 yılında 3. İvan’ın iktidarı döneminde çıktı. Kazan Hanlığı’nın iç karışıklıklarından faydalanan Ruslar, 1487 yazında Kazan’ı ele geçirdiler. Kenti yerle bir eden Ruslar, büyük katliamlar da yaptılar. Kazan kentinin düşmesinden sonra büyük kahramanlıklar gösteren Tatar, Çuvaş, Çirmiş ve diğer Türk boyları kaleler inşa ederek mücadelelerini sürdürdüler. Kazan Hanlığı’ndaki taht mücadeleleri 1552 yılına kadar sürdü ve bu tarihte hanlık, Moskova Çarlığı tarafından ortadan kaldırıldı.
Bugün, Tataristan Cumhuriyeti’nin başkenti olan Kazan, yaklaşık 400 kilometrekarelik alanda, bir buçuk milyon nüfusa sahiptir. Şehir, Volga İdil nehrinin sol kıyısı ile Kazanka ırmağının iki kıyısına yayılmıştır.
Yapılan arkeolojik çalışmalara gore Kazan’ın tarihi, Milattan Önce 2000 yılına kadar uzanır. Milattan Sonra 1000 yılı sonlarına doğru bu topraklar İdil Bulgar Devleti’nin kuzey sınırını meydana getirmiştir.
Yapılan arkeolojik çalışmalara gore Kazan’ın tarihi, Milattan Önce 2000 yılına kadar uzanır. Milattan Sonra 1000 yılı sonlarına doğru bu topraklar İdil Bulgar Devleti’nin kuzey sınırını meydana getirmiştir.
Kazan kenti, adını Türkçe’de aynı anlamı taşıyan “Kazan” sözcüğünden almaktadır. Bir efsaneye göre, sefere çıkan bir kağan, nehire kazan düşürmüş, şehir de adını buradan almıştır. Bununla birlikte, bilim adamları kentin adının “Kazan” adlı bir hana dayandığını da ileri sürmektedirler. Kazan ismini tarihte ilk kez, Kazanka ırmağının kırk beş kilometre yukarısında kurulan İske Kazan yani diğer adıyla Eski Kazan şehriyle duymaktayız.
Kazan Avrupa ve Asya arasında bir köprü ve iki medeniyetin birleşme yeridir. Kazan, İslâm medeniyetinin maddi ve manevi mirasına sahip bir merkez görünümündedir. Kentte bulunan mimari değere sahip bir çok cami ve diğer dinlere ait mabetler, ona eşsiz bir görünüm kazandırmaktadır. Kazan kentinin surları, burçları, kentin eski Tatar kalesinin yerine inşa edilen Kremlin yani İçkale ve özellikle Süyümbike Minaresi, dikkat çeken tarihi eserleridir. Hanların sağlam sarayları ve prens konakları, göklere tırmanan tuğla minareli ve duvarlarla çevrilmiş camiler, Kazan’a eşsiz bir görünüm kazandırmaktadır. Maden işlemeciliği, ateşli ve kesici silahlar üretimi, gemicilik, kuyumculuk sanatı, taş üzerine oymacılık gibi alanlarda Kazan, çok ileri bir seviyededir. Kazan Kremlin’i ve çevresinde çeşitli yıllarda yapılan arkeolojik araştırmalar, Kazan mimarisinin muazzam özelliklere sahip olduğunu göstermektedir. Çok sayıda motiflerin kullanılması ve duvarların Endülüs çinisi ve mozayiğiyle kaplanması nedeniyle kent, çok özel bir görünüme sahiptir.
Kazan’da 18.yüzyılın ortalarında açılan Gimnaziye, eğitimin gelişmesinde büyük bir yere sahiptir. Ayrıca, Kazan’ın Rusya’nın doğusunda büyük bir kültür merkezi haline gelmesinde, Kazan Üniversitesi’nin rolü büyüktür. Üniversitenin tüzüğü 14 Şubat 1805’te imparator l. Aleksandr tarafından kabul edilmiş ve aynı gün eğitime açılmıştır. Rusya’nın en eski üniversitesine sahip Kazan, 2004 yılında üniversitenin kuruluşunun 200. yılını kutlamıştır.
Kentteki 15 caminin bir çoğu mimari bakımdan oldukça önemli bir değere sahiptir. Camilerin hepsinde kendine ait medrese vardır. Bu medresede yetişen alimler büyük bir bilim adamı olan, Alimcan Barudi’nin yönetimindeki Muhammediye medresesi Türkistan halkları arasında eğitimin yayılmasını sağlamıştır. Kazan matbaalarında basılan kitaplar en ücra köylere kadar ulaşmıştır. Özellikle Kazan’a karşı büyük bir sevgi besleyen ve yazdığı şiirlerde ondan bahseden Abdullah Tukay gerek Kazan’da gerek Anadolu’da tanınmış şairlerdendir.
Kazan Türklüğünün fikri anlamda yenileşme hareketini başlatan; Abdünnâsır Kursavi, Hüseyin Feyizhanî, Kayyum Nasırî, Şahebettin Mercani, Musa Carullah Bigi, Abdürreşit İbrahim, Hadi Atlasî, Fatih Kerimî, Abdullah Tukay, Fatih Emirhan, Kerim Tinçur, Hadi ve Sadri Maksudî’ler, Yusuf Akçura, Ayaz İshakî, Battal Taymas ve Sultan Galiev gibi yazar, edip, bilim ve devlet adamları, Kazan kentinin ünlü simalarıdır. “Usul-i cedit” fikriyatçılarının sesleri de Kazan’da yükselmiş ve bütün Türk illerinde yankılanmıştır. 19. yüzyıl ortalarından 20. yüzyılın başlarına kadar Kazanda Mercanî,Barudî, Ayaz İsakî, Sadrî ve Hadi Maksudiler, Yusuf Akçura, Fatih Emirhan, Abdulla Karî’lerin adları zikredilmeden Kazan’daki fikir faaliyetlerini anlatmak imkansızdır.
Kazan kentinin kuruluşunun 1000. yılı 2005 yılının Ağustos ayında kutlanmıştır. Günümüzde Kazan şehri, dünya çapında önde gelen ekonomi, ticaret, bilim, sanayi ve kültür merkezlerinden biridir.
Kazan Hanlığı’nın 1552 yılında ortadan kalkması ile 1000 yıl boyunca Türk nehri sayılan İdil, bu özelliğini yitirmiştir.Ruslar, İdil boyunca güneye inerek 1556’da Astarhan’ı ele geçirdiler ve Hazar’a ulaştılar. Daha sonra da Kuzey Kafkasya’ya indiler. Böylece Osmanlı Devleti ile Rusya arasındaki ilk temaslar başladı. Osmanlı Devleti, Kazan ve Astarhan Hanlıklarını canlandırmak istedi ve 1569’da Astarhan’a bir sefer düzenlendi. Ancak Osmanlı Devleti 1571 yılında İnebahtı’da bir yenilgiye uğramış, aynı yıl Kıbrıs seferine başlanmıştır. Böylece Kazan Türkleri kendi kaderleri ile başbaşa kaldılar.
Kazan Türkleri, 365 yıl süren Rus esaretine rağmen millet olma şuurunu kaybetmemişlerdir. Bu bilinç çerçevesinde Osmanlı Devleti’ndeki fikir hareketlerini yakından takip etmiş ve gerek Osmanlı gerekse Türkiye Cumhuriyeti döneminde Türk kültür ve siyasi hayatına önemli katkılarda bulunmuşlardır.
Comments
Post a Comment